Yaşlılar tedaviyi hak ediyorlar mı?



Yazar Anthony Powell’ın belirttiği gibi, “yaşlanmak, işlemediğiniz bir suçtan dolayı gittikçe cezalandırılmaya benzer.” Yıllarca sıkı çalıştıktan ve vergi yoluyla devlete uzun süre hizmet ettikten sonra, nihayet hak ettiğiniz bir dinlenmeye hazırlanırsınız peki, ne olur?

Vücudunuz yalpalamaya ve duyularınız zayıflamaya başlar ancak bir sohbetin ortasında düzgün bir biçimde uyuyabilirsiniz. Üstelik insanlar sağlık hizmetine bir yük getirdiğinizden dem vurmaya başlar. Arada bir için için homurdanmaya alışmanıza şaşmamak gerekir!

Elbette ciddi bir mesele var burada. Yaşlılar sağlık kaynaklarından yararlanmayı herkes kadar, belki de daha fazla hak ederler; çünkü ömürleri boyunca vergilerini ödemişlerdir. Kamu sağlık hizmetinin özü, herkese parasız sağlık hizmeti sunmaktır ve yaşlılar bu politikanın istisnası olmamalıdır. Mesele gayet basit; hasta düştüklerinde tedavi edilmeleri gerekir.

Yaşlılar endişeli
Ne yazık ki, kamu sağlık hizmeti her zaman bu ideale uygun davranmıyor. İngiliz Geriatri Derneği’nin yakın dönemde yaptığı bir anket, bu derneğe üye İngiliz doktorların yarısından fazlasının yaşlanınca göreceği tedavi konusunda endişe duyduğunu gösteriyor yaşlılara şu anda uygulanan tedaviyi yakından bilmenin bir sonucu bu tabii. Ankete katılan doktorların çoğu, yaşlılardaki belirtilerin doğru dürüst muayene edilme olasılığının çok daha düşük olduğu kanısında. Yaşlılar hastalanınca, tedavi edilebilir bir hastalığın belirtilerini düzgün biçimde yoklama yerine, sorunu “sırf yaşlılık” sayıp es geçme yönünde bir eğilim vardır. Doktorların dörtte üçüne göre, yaşlılar çoğu kez düzgün bir muayeneden geçirilip doğru uzmana havale edilmiyor.

İhtiyarlıkta sağlık sorunları kaçınılmaz bir sorun

Hiç kuşkusuz, yaşlıların karşılaştığı sağlık sorunlarının birçoğu yaşlanmanın kaçınılmaz bir parçasıdır. Ama bu her halükârda tedavi edilemeyecekleri anlamına gelmez. Yaşlılar bazı hastalıkların tedavisine, gençlere oranla daha yetersiz yanıt verebiliyor. Dolayısıyla bazen sınırlı kamu sağlık hizmeti kaynaklarını, yaşam kalitesinde daha belirgin iyileşmenin sağlanabileceği, daha genç kesimlere yöneltmek gerektiği ileri sürülüyor. Nitekim kamu sağlık hizmetinin tam da bu anlayışla çoğu kez yaşlıları ikinci sınıf hasta gibi tedavi ettiğini gösteren bazı bulgular var. Sözgelimi, esas olarak yaşlıları etkileyen kalça ve diz çıkıklarında diğer ameliyatlara oranla daha uzun süre sıra bekleniyor.

Yaşı yetmişi geçmiş kadınlar daha genç kadınlar gibi otomatikman meme taramasına çağrılmıyor. Meme kanserli yaşlı kadınların kapsamlı tedavi görme olasılığı genç kadınlara oranla daha düşük. Kamu sağlık hizmeti için ilaç politikasının esaslarını belirleyen kuruluş, 2005’te bir raporunda, “Yaş bir yarar ya da risk göstergesi olduğunda, yaş ayrımcılığı uygun olabilir” görüşünü belirtince ortalığı karıştırdı. Yaşlılara yardıma dönük bir kuruluş, öfkeli bir tepkiyle şu sert karşılığı verdi: “Yaşlı bir kişinin hayatının daha az değerli olduğu ya da ortalama ömrün sonuna yaklaşmak- ta olan birinin yirmili ya da otuzlu yaşlardaki insanlara oranla daha az ilgi görmesinin önemli olmadığı yolundaki varsayımlar öteden beri yaygındır. NICE esasları böyle bir önyargıyı pekiştirme riskini taşıyor.”

Yaşlılar mı gençler mi tercih edilmeli

Böyle bir durum belki anlaşılabilir. Görünüşte, tıp mesleğinin sunabildiği en iyi (ve en pahalı) kaynakları, kurtulma şansı düşük olan ve başka bazı hastalıklarla sağlığının bozulmasına muhtemelen az süre kalmış olan 89 yaşındaki birisinin tedavisi yerine, önünde uzun bir hayat duran 19 yaşındaki birinin tedavisine aktarmak çok daha yararlı gibidir. Ağır bir iş yükü ve sınırlı kaynaklarla karşı karşıya olan yöneticiler ve doktorlar, tercih yapmanın ve nahoş olsa bile böyle öncelikleri belirlemenin düpedüz kaçınılmaz olduğunu ileri sürebilirler. Çoğu kez yaşlıların hayattan “gereğince nasip” aldıkları yolunda bir tutum da söz konusudur. Daha da acısı, genç hastalar için sergileyecekleri her türlü maharet ve kararlılıkla yaşlıları tedavi eden doktorlar, bazen yenilgiyle bitmesi kaçınılmaz bir mücadeleye girdiklerini hastayı sağlığına kavuşturmak bir yana, aslında yaşatamayacaklarını kabul etmek zorunda kalırlar. Bu durumda, mücadeleyi ne zaman bırakırlar?

Kamu sağlığı düşüncesi

Ama aşırı “pragmatizm”de bir sorun vardır. Kamu sağlık hizmeti bir ideale, ayrım gözetmeksizin herkese eldeki en iyi tedaviyi parasız sunma idealine dayanır bunun kolay feda edilir bir ideal olmaması gerekir. Bütün hastalar ve sevenleri için, sağlıkları ve hayatları değerlidir. Kamu sağlık hizmeti ideali, iki kişinin sağlığı arasında bir tercih yapmamamızı gerektirir. Doktorlar her hastayı var güçleriyle tedavi etmeye çalışmalıdır, Bu ilkeden ödün verildiğinde, hastalanınca hep tedavi edileceğimizi bilmenin verdiği güven gibi önemli bir rahatlatıcı unsur sarsılmaya başlar; kimin tedavi edilmesi gerektiğine kimin gerekmediğine karar vermek durumunda kalacak doktorların sırtına çok ağır bir yük inmeye başlar.
Gelgelelim, kamu sağlık hizmeti bütçesi her yıl yükseliyor ve Britanya’nın yaşlanan bir nüfusu var. Daha şimdiden İngiliz yurttaşlarının 20 milyondan fazlası (üçte birinden fazlası) 50 yaşın üzerindedir ve yaşlılar hastalığa daha yatkındır. Bir hastalığı ya da sakatlığı olanların oranı 75-84 yaş diliminde yüzde 55’i, 85 yaş üzerindeki kesimde üçte ikiyi buluyor.

Nüfus her geçen gün yaşlanıyor

Dolayısıyla gittikçe yaşlanan bu nüfusun kamu sağlık hizmetinin sınırlı kaynakların ve daha genç kesimin fon sağlama gücünü daha da zorlayacağı ve felaket gelip çatmadan önce bunu kavramamız’ gerektiği ileri sürülüyor. Ancak bu savın göremediği şey, günümüzdeki yaşlıların eskiye oranla çok, hem de çok daha sağlıklı olduğudur. Zaten yaşlıların sayıca çok olmasının sebebi de budur. Kamu sağlık hizmetine muhtaç durumdaki hastalıklı doksanlıklar artmış olsa da, topluma ekonomik, sosyal ve düşünsel bakımdan aktif olarak katkıda bulunmayı sürdüren zinde altmışlıklar da artmış bulunuyor. Daha da önemlisi, yaşlılarına bakmaktan kaçınan ve onlara saygıda kusur eden bir toplumun hasta ve tedaviye muhtaç olduğu söylenebilir.